Pazar, Eylül 8, 2024

Kemal Kılıçdaroğlu: Ahlak ve demokrasi yara aldı

Share

Cumhuriyet Halk Partisi 7. Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul’da Demokratlar Konfederasyonu iftar davetine katıldı. Kılıçdaroğlu davette ayrıca “Demokrasiye Katkı Sağlayan Kişi” olarak plaket aldı.

Kemal Kılıçdaroğlu iftar sonrası yaptığı konuşmada siyasal ve toplumsal ahlâkın önemine vurgu yaptı.

Kılıçdaroğlu’nun yaptığı konuşmanın satır başları şu şekilde:

Ahlak kavramı da demokrasi kavramı da yara aldı

“Hepimizin güldüğü garip bir tablo ile karşı karşıyayız. Nedir garip tablo, ya ahlaki değeri en çok yıpratanlar el sütünde tutuluyor. Size ben, Demokrat Parti döneminde Adalet Partisi döneminde, Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidar olduğu dönemde “rüşvet alan bir kişi büyükelçi atandı” denirse kıyamet kopardı. Şimdi rüşvet alan büyükelçi tayin ediliyor. Peki toplum olarak biz bunu sorguluyor muyuz? İnanç değerlerimiz de dahil olmak üzere, sorguluyor muyuz? Yeteri kadar sorgulamıyoruz. “Çalanın yanına kâr kalır” kavramı felakettir. Ne demokrasi ile bağdaşır ne ahlakla bağdaşır. Ama kural olarak toplumun önünde duruyor. Devletin malı deniz yemeyen domuz. Olmaz. Bu da hepimizin önünde duruyor ve yeri geldiği zaman bunu dillendiriyoruz. Ülkemizi buradan çıkarmak, demokrasi ve ahlak konusunda topluma örnek olması gerekenler kimlerdir? Bu da önemli bir soru. Eğer rol biçeceksek birinci rol siyasilere düşüyor. Yani yasama organına düşüyor. Yasama organı yani kanun yapanların çıkardıkları yasalarla ve yürütme organıyla beraber uygulamalarıyla topluma örnek olması lazım. Aynı zamanda siyasiler o ülkeyi de yönetiyorlar. Hiçbir parti devlet değildir. Devlet de partiyi karıştırıyoruz zaman zaman. Devlet bakidir, devlet liyakatle yönetilir, siyasette liyakat yoktur. Siyaset ayrı devlet ayrı. Ama biz bunları da bir araya getirdik, parti devletine dönüştük. Ve dolayısıyla ahlak kavramı da adalet kavramı da demokrasi kavramı da büyük ölçüde yara aldı.”

“Her şeyi güvence altına alan güzel bir kavramdır demokrasi”

Güçler ayrılığı ilkesi demokrasinin olmazsa olmazı. Aslında ne demektir bu güçler ayrılığı ilkesi? Vatandaşın haklarını güvence altına almak demektir. Yani bir sorunla karşılaştığınızda adaleti nerede arayacaksınız? Mahkemeye gideceksiniz. Yani yasama organına değil yürütme organına gideceksiniz. Orada yargı var. Gidiyorsunuz yargıya adalet istiyorsunuz. Ama bugün Yargıtay Başkanı, “Yargıya olan güven yüzde 30’lara düştü” diyor. O zaman adaleti nerede arayacağız? Ahlakı nerede arayacağız, erdemi nerede arayacağız? Bunların hepsi temel bir sorundur. 

Aslında demokrasi dediğimiz şey nefes aldığımız havadır, içtiğimiz sudur, bastığımız topraktır. Demokrasi budur. Her şeyi güvence altına alan güzel bir kavramdır demokrasi. Düşüncelerimizi özgürce ifade ediyoruz demokrasilerde. “Niçin farklı düşünüyorsun” diye insanları suçlamak değil farklı düşünenin de değerli olduğu o farklı düşüncenin de değerli olduğunu bizim her yerde görmemiz, gözlememiz ve sorgulamamız lazım “Gerçekten bu düşünce doğru mu” diye. 

Devlette yıpranma demek adalette yıpranma demektir, demokraside yıpranma demektir

Ahlak ile devlet yönetmek arasında da ciddi bir bağlantı, korelasyon vardır. Devlet liyakatle yönetilir. Yani işini bilen ehlini bilen kişilerle yönetilir. Bakın, müsteşarlık kurumu kaldırıldı. Müsteşarlık neydi? Ta Osmanlı’dan gelen… Siyaset ile devlet arasındaki dengeyi sağlayan kişidir müsteşarlık. Bürokrasiden gelenler bilirler. Bakan gelir, bakan bakanlığı çok iyi bilmez. Ama o parti kendi felsefesine uygun bir müsteşarı getirir. O müsteşar, en az devlette 12 yıl üst kademelerde görev yapmış kişidir. Dolayısıyla bakan bir şey söylediği zaman müsteşar ona “bu yanlıştır” diyen kişidir. Doğruysa “Evet doğrudur” diyen kişidir. Biz bunu da kaldırdık. Yerine ne atadık? İki tane bakan yardımcısı. Peki bunların liyakati var mı, bakanlığı tanıyorlar mı? Hayır, tanımıyorlar. Devlette yıpranma demek adalette yıpranma demektir, demokraside yıpranma demektir. 

Demokrasilerde çifte standart olmaz

Düşünün, ben bir vatandaşım, milletvekili olmak istiyorum. Savcılıktan iyi hal kâğıdı alıyorum. Diğer prosedürü yerine getiriyorum. Bağlı olduğum parti götürüyor Yüksek Seçim Kurulu’na veriyor. Oradaki Yargıtay’dan, Danıştay’dan gelen hakimler bakıyorlar “Evet, sen milletvekili olabilirsin” diyorlar. Ve milletvekili oluyorsunuz, giriyorsunuz seçimlere. Hapistesiniz bu arada. Kazanıyorsunuz. Milletvekili unvanını alıyorsunuz. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde adınız okunuyor. Ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde seçiliyorsunuz, İnsan Hakları Komisyonu’na. Ama hapisten sizi çıkarmıyorlar. Niçin? Biz bunu kulak arkası ettik, kimse kusura bakmasın. Milletin seçtiğini, hapiste tutamazsın. Ya baştan diyeceksiniz ki “Sen milletvekili adayı olamazsın.” Buna bir şey demem. Ama Yargıtay’dan Danıştay’dan gelen hakimler “sen milletvekili adayı olabilirsin, seçime girebilirsin” diye karar veriyorlar. Onlar da hâkim. Sonra “ben seni içerde tutacağım.” Olmaz. Bu hangi partiden olursa olsun belli konularda partiler arasında ayrım yapılmaz. Bizim partiden çıksın başka partiden içeri girsin olmaz. Demokrasilerde çifte standart olmaz. Demokrasinin temel özelliği de odur. İnsanlar arasında çifte standart olmaz. İnsan olarak bakar, insan olarak değerlendirir ve sorunları da o bağlamda çözer. 

“Dünyanın en zengin ülkesinde fakirler olarak yaşıyoruz”

Siyaset üç alana hapsedildi yıllar yılı; Sağ- sol, kimlik kavgası, inanç kavgası. Bunlar demokrasilerde herkesin saygı duyması gereken kavramlardır. Herkesin kimliği kendi şerefidir, herkesin inancı Allah ile kul arasındaki ilişkidir. Şimdi biz yıllar yılı bunun kavgasını yaptık. Hiç gerek yokken. Oysa biz “nasıl büyürüz, nasıl kalkınırız, işsizliği nasıl önleriz” kavgasını yapmalıydık; bunun mücadelesini yapmalıydık. Niye geri kalıyoruz? Şöyle bir bakın etrafınıza, Çin bizden çok geriydi, Çin geldi bizi geçti. Hindistan bizim gerimizdeydi, geldi bizi geçti. Vietnam bizim gerimizdeydi, geldi bizi geçti. Güney Kore bizim gerimizdeydi geldi bizi geçti. Dönelim batıya; Romanya bizim gerimizdeydi, geldi geçti. Macaristan gerimizdeydi, geldi geçti. Bizi geçmeyen hiçbir ülke yok. Afrika ülkelerinden birkaçı hariç. Niye biz geride kalıyoruz? Ama iktidarı dinlediğiniz zaman biz tarih yazıyoruz. Evet, geriye doğru bir tarih yazıyoruz. Sürekli geride kalıyoruz. Niçin? Ve biz bunu düşünmüyoruz. Kör bir tartışmanın içine toplum sürükleniyor. Bu tartışmadan çıkartmak istedim. Altılı Masa’nın oluş gerekçesi budur. Niye birbirimizle kavga ediyoruz kardeşim? Mücadeleyse, ülke kalkınsın. İnsanlar huzur içinde yaşasın. Herkesin inancına, herkesin kimliğine saygı duyalım. Herkesin yaşam tarzına saygı duyalım. Bizim de orada kabahatimiz var. Yaşam tarzı üzerinden aldık bir baş örtüsünü getirdik Türkiye’nin en önemli sorunuymuş gibi yıllarca tartıştık. Sana ne kardeşim. Kadın istediği gibi giyinir senin görevin ona saygı duymak. Niye sen kalkıp onu özel olarak tartışma konusu yapıyorsun? Buradan çıkarmak istedim. Türkiye buradan çıkmalı. Türkiye kalkınmalı. Türkiye büyümeli, ülkede insanlar birbirine saygı duymalı. İşsizlik olmamalı, yoksulluk olmamalı, fakirlik olmamalı. Dünyanın en zengin ülkesinde yaşıyoruz. Ama fakirler olarak yaşıyoruz. Bir grup zengin olabilir tamam ama milyonlarımız var evine ekmek götüremiyor. Görev ne? Herkesin huzur içinde yaşayabileceği bir Türkiye. Bunu yapabiliriz. Bakın Arap ülkeleri için endişelenmeyin. Onlar da gelip bizi geçecekler. Hepsi geçecek. Biz hâlâ nal toplamaya ediyoruz.

“Buraya uçak inmeyecekse bu milletin parasını sen niye götürdün çarçur ettin?”

Rahmetli Demirel’in yeğeni vardı o da vefat etti. Allah rahmet eylesin. Sunta ihraç etti diye Demirel başbakanken hapse girdi. Şimdi, malı götürüyorsun devlette en üst katlarda yer alıyorsun. Yani bırakın ilçeyi falan. Direkt, ne kadar çok yolsukluk yapıyorsanız devlet katında itibarınız o kadar artıyor. Benim merak ettiğim, ilahiyatçılar buna niye ses çıkarmıyor? İlahiyatçılar niye konuşmuyor. Onların konuşması lazım, onların anlatması lazım. Onların söylemesi lazım. Hangi din yolsuzluğu kabul eder? Kul hakkı yemeyelim, e güzel. E gelişmeyen bir demokrasi var. Adam malı götürüyor zaten. Herkesin gözünün önünde götürüyor. Ne kadar çok yolsuzluk yaparsa toplumda itibarı o kadar artıyor. Ben beşli çete dedim vallahi hepsinin durumu çok iyi. Hepsinin keyifleri yerinde. İngiltere’de villaları var orada oturuyorlar. Hâlâ büyük paralar kazanıyorlar. Uçak inmeyen havaalanı dünyanın parasını biz ödedik. 85 milyon. Sormadık ya “bunu niye yaptın arkadaş sen? Buraya uçak inmeyecekse bu milletin parasını sen niye götürdün çarçur ettin?”

Ödediğimiz verginin hesabını soruyor muyuz?

Demokrasi niye gelişmiyor? Anlatayım. Hepiniz vergi ödüyorsunuz. Çocuk doğduğu andan itibaren vergi öder. Emzik alırsınız, vergi ödersiniz. Altına bez alırsınız, vergi ödersiniz. Mama alırsınız, vergi ödersiniz. Su içirirsiniz, vergi ödersiniz. Teneffüs ettiğiniz hava hariç, şimdilik onda vergi yok. Peki ödediğimiz verginin hesabını soruyor muyuz? “Ey devlet, ey hükümet, benden zorla vergi alıyorsun. Bu vergiyi nereye harcadın?” Soruyor muyuz? Bu sorunun sorulmadığı ülkelerde demokrasi gelişmez. Mihenk noktası budur. 

Demokratlar Konfederasyonu’nun iftar ve plaket takdimi davetine CHP 7. Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte CHP MYK eski üyesi Bülent Kuşoğlu, Bakırköy Belediye Başkanı Bülent Kerimoğlu, milletvekilleri, siyasiler ve çok sayıda iş adamı ve kanaat önderi katılım gösterdi.

İlginizi Çekebilir

Diğer haberler